Birleşmiş Milletler.. Umudun İnşası mı Yoksa Hayal Kırıklığının Gölgesi mi?
- UTKU YALÇIN
- Sep 23
- 3 min read

2'inci Dünya Savaşı hiç şüphesiz ki insanlık tarihindeki en büyük savaş ve trajedi olarak hafızalarımızda yerini aldı. Savaşın külleri hala soğumamışken, Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarının acıları devam ederken, Dünya küresel güçleri Amerika'nın öncülüğünde yeni bir örgüt kurmaya karar verdi. Birleşmiş Milletler, 24 Ekim 1945 tarihinde San Francisco Amerika'da resmen kuruldu. Amaç netti: “Gelecek kuşakları savaştan kurtarmak.” Yani uluslararası barışı korumak, devletler arası iş birliğini güçlendirmek, kalkınmayı desteklemek, insan haklarını evrensel ölçekte güvence altına almak… Bir anlamda insanlığın kolektif vicdanı olmak. Peki geçtiğimiz 80 yılda bu böyle mi oldu?
Ne var ki, daha kuruluşundan birkaç yıl sonra, dünya iki kampa bölündü: Batı’nın kapitalist blok ülkeleri ile Doğu’nun sosyalist-komünist bloğu. Sovyetler Birliği ve müttefikleri, BM sahnesini adeta ideolojik bir ringe çevirdi. ABD ve Batı dünyasıyla verilen her diplomatik mücadele, BM kürsüsünde yankılandı.
Kore Savaşı (1950–1953): BM, ilk kez bir askeri harekâta yetki verdi. Ancak bu, Sovyet vetosunun gölgesinde, ABD’nin ağırlığının hissedildiği bir süreçti.
Bağlantısızlar Hareketi NAM (1960’lar): Küba, Hindistan, Mısır gibi ülkeler BM Genel Kurulu’nda sömürgeciliğe ve Batı’nın müdahalelerine karşı ses yükseltti.
Filistin Meselesi :1970’lerden itibaren sosyalist blok, Filistin’in haklarını yüksek sesle savundu. BM’de alınan birçok karar, ABD’nin vetosuna takılsa da, Doğu Bloku ülkeleri bu davayı sembolik düzeyde ayakta tuttu.
O yıllarda BM, barışı koruma amacından çok, Batı ve Doğu blokları arasındaki mücadeleyi sahneleyen bir kurum haline gelmişti.
Kaddafi’nin Unutulmaz Çıkışı
2009 yılında BM Genel Kurulu’nda kürsüye çıkan Libya lideri Muammer Kaddafi, tarihe geçen bir konuşma yaptı. Elinde tuttuğu BM Anlaşması’nı kürsüye fırlatarak, “Bu metin neden uygulanmıyor? Neden güçlüler istediğini yaparken BM sessiz kalıyor?” diye haykırdı. Konuşması boyunca Irak’tan Filistin’e, Afrika’dan Afganistan’a kadar birçok haksızlığı dile getirdi. Amerikan kapitalizminin orta doğuyu nasıl karıştırdığından bahsetti. Kaddafi'nin konuşması batı medyası tarafından şov olarak küçümsense de, aslında milyonlarca insanın kafasındaki soruyu seslendirmişti: BM gerçekten adaletin mi, yoksa güç dengelerinin mi kurumuydu?
Kaddafi’nin sözleri, BM tarihindeki bir gerçeği çıplak biçimde ortaya koyuyordu: Kurallar herkes için değil, yalnızca güçsüzler için geçerli görünüyordu.
Bana göre BM’nin hikayesi, olması gereken ideal ile mevcut gerçeklik arasındaki bitmeyen bir çatışmadır. Kurulduğunda insanlığa barış vaat eden bu örgüt, çoğu zaman büyük güçlerin çıkar oyunlarına esir olmuştur. Örneğin;
Vietnam Savaşı boyunca ABD’nin müdahalelerine karşı BM’nin sesi kısık kalmıştır.
Sovyetlerin Afganistan işgali sırasında ise bu kez Batı bloğu BM’yi Moskova’ya baskı için kullanmıştır.
Ruanda (1994) ve Bosna (Srebrenitsa, 1995) soykırımı gibi trajedilerde BM, adeta felç olmuştur. O dönem barış gücü askerleri sahada vardı ama elleri kolları bağlıydı. Hiç bir şey yapamadılar...
Kısacası, bana göre BM çoğu zaman dünyanın vicdanı olmayı hedefledi ama büyük güçlerin kuklası olmaktan kurtulamadı.
Bugün: Filistin İçin Tarihi Bir An
2025 yılına geldiğimizde, BM kürsüsünde yeniden tarih yazılıyor. Bu defa konu Filistin’in devlet olarak tanınması. Fransa, Kanada, Avustralya ve birçok Batılı ülke Filistin’i resmen tanıdığını ilan etti. Bu, yalnızca diplomatik bir jest değil, 80 yıllık BM tarihinin en temel sorularından birine verilen cevaptır: “Adalet, kimin için?”
Birleşmiş Milletler’in tarihi bize şunu öğretiyor: Eğer adalet, zamanında gelmezse, çoğu kez gelmemiş sayılır. Filistin meselesinde bugün yapılan devlet tanıma adımları elbette önemli, ama bana göre çok geç kalınmış bir adımdır.
On yıllardır süren işgal, genişleyen yerleşim politikaları ve bölgedeki şiddet döngüsü, iki devletli çözüm ihtimalini neredeyse imkansız hale getirdi. Harita fiilen parçalandı; siyasal dengeler bambaşka bir yöne kaydı. Dolayısıyla bu geç tanıma, Filistin halkının haklı davasını desteklese de, barışın kapısını açmaya yetmeyecek.
Bugün birçok lider, BM kürsüsünde umut verici sözler söyleyebilir. Ama Kaddafi’nin yıllar önce sorduğu soru hala ortada duruyor: Kurallar herkes için mi, yoksa yalnızca güçsüzler için mi geçerli?
Eğer BM kuruluşundaki misyonuna dönmek istiyorsa, cevap vermesi gereken soru budur. Ve belki de tarihin ironisi şudur;
Geciken adalet, reddedilen adalettir.




Comments