St. Petersburg Günlükleri - 1 "Neva'nın Aynasında"
- UTKU YALÇIN
- Oct 14
- 3 min read
1917’nin soğuk bir Ekim gecesi…
Neva Nehri’nin üzerini sis sarmış, şehir nefesini tutmuştu.
Uzaklardan Aurora kruvazöründen yükselen bir top sesi, tarihin kalbine çakılmış bir işaret gibiydi. Kışlık Saray’ın önünde toplanan işçiler, askerler ve köylüler, artık sadece Çar’a değil, yüzyıllardır süren adaletsizliğe de yürüyordu. Tarih dönüyordu...

Ve o sırada, birkaç sokak ötede, Vladimir İlyiç Lenin Smolny Enstitüsü’nde bir masanın başındaydı.
Elinde kalem, önünde haritalar, dudaklarında derin bir sessizlik.
Kim bilir ne düşünüyordu? Belki de tarihin en zor sorusunu:
“Devrim, yalnızca iktidarın el değiştirmesi midir, yoksa insan ruhunun değişimi midir?”
Dışarıda top sesleri duyulurken, Lenin sessizdi.
Ama o sessizlik, yüzyılları aşan bir yankıya dönüştü:
“Şimdi tarih bizim elimizde.”
Birkaç saat sonra Kışlık Saray düşecek, dünya bir daha eskisi gibi olmayacaktı.
O gece Petersburg’un taş sokakları, insanlığın yönünü değiştiren ayak seslerini duydu.
Ve belki de Neva Nehri bile o an biraz daha coşkulu akıyordu.

Lenin bu şehirde yalnızca devrimi planlamadı; onu kitlelerle paylaştı.
Aylar önce, Nisan 1917’de sürgünden dönüşünde, Finlandiya Garı’nda yüz binleri selamlamıştı. O gün, kalabalığın arasında işçiler, öğrenciler, askerler vardı — hepsinin yüzünde aynı inanç: değişimin kaçınılmazlığı.
Lenin kalabalığın önüne geçti, ellerini kaldırdı ve tarihe geçecek o cümleyi söyledi:
“Tüm iktidar Sovyetlere!”

O anda St. Petersburg yalnızca bir şehir değil, bir ideali bir hayali bir ütopyayı temsil etmeye başladı. Artık bu yer, sarayların değil, proleteryanın sesiyle anılacaktı. Bir zamanlar Çarların başkenti olan bu şehir, devrimin vicdanına dönüşüyordu.
St. Petersburg, 1703’te I. Petro tarafından Batı’ya açılan bir pencere olarak kuruldu. Batı’nın mimarisi, disiplini ve görkemiyle övünürken, halkın yoksulluğu derinleşti. Sonunda o pencereden yalnızca ışık değil, öfke de içeri girdi.
Kışlık Saray’ın süslemeleri, Hermitage’ın altın yaldızlı tavanları bir süreliğine iktidarın görkemini yansıttı ama alt katlarında açlık, yoksulluk ve sessiz bir öfke birikiyordu. Ve bir gün o öfke taşa, suya, rüzgara karışarak patladı.
St. Petersburg’un kalbinde, masalsı renkleriyle parlayan bir yapı var:
Spas na Krovi, yani Kurtarıcı’nın Kanı Üzerine İnşa Edilen Kilise... Kanlı Kilise.
1881’de Çar II. Aleksandr, tam da o noktada suikast sonucu öldürüldü. Patlayan bir bombayla sadece bir hükümdar değil, reform umudu da yok oldu. Onun anısına yapılan bu kilise, Tanrı’nın iradesine sığınan bir iktidarın sembolüydü.
Ama tarih ironilerle doludur:
Aradan geçen yıllar içinde bu şehirde kutsallığın tahtı yıkıldı, yerine halkın iradesi kuruldu. Artık St. Petersburg’un her taşı, hem bir inancın küllerini hem de başkaldırının ateşini taşıyor.
St. Petersburg yalnızca halkın değil, sanatın da isyan ettiği bir yer. Hermitage Müzesinin salonlarında yürürken tablolar sadece güzelliği değil, adaletsizliği anlatır. Çünkü burada sanat, aristokrasinin değil, insanlığın tanığıdır.
Tchaikovsky’nin notaları Neva’dan yükselir, Shostakovich’in senfonileri Leningrad kuşatmasının yankılarını taşır. Dostoyevski’nin kaleminde Petersburg bir şehir değil, bir vicdandır.
“İnsanın yüreğinde Tanrı varsa, Petersburg’da devrim olur,” der gibidir her cümle.
Benim için St. Petersburg bir müze değil, bir manifesto.
Lenin’in gölgesi hala Nevsky Caddesi boyunca yürürken, Aurora’nın paslı namlusu hala bir hatırlatma gibi durur:
Devrim bir tarih olayı değil, bir bilinç halidir.
Neva kıyısında bir akşamüstü durduğumda, sulara yansıyan ışıkta kendi yansımamla göz göze geldim. Belki o an, devrimin soyut bir fikir değil, bir insanın içindeki adalet duygusu olduğunu anladım. Çünkü bu şehirde devrim, taşta başlar ama kalpte yaşar.
St. Petersburg bana şunu öğretti:
Tarih yalnızca galiplerin değil, direnenlerin hafızasıdır.
Kışlık Saray’ın taşları, Kanlı Kilise’nin kubbeleri, Hermitage’ın sessiz tabloları… Hepsi insanın sonsuz arayışını fısıldıyor.
Devrim burada başladı.
Ama belki de asıl devrim, hala sürüyor, kalbimizde, vicdanımızda, sönmeyen bir adalet duygusu olarak.
Ve Neva hala akıyor…
Soğuk, ağır ama kararlı.
Tıpkı tarih gibi, tıpkı insanlık gibi.
✨ “Devrim, halkın tarihe el koyma eylemidir.” — Lenin
Kalın sağlıcakla...




Comments